Amerika Birleşik Devletleri, otonom sürüş teknolojilerinin küresel çapta en fazla geliştiği ve en çok test edildiği ülke konumunda. Bu alandaki iki en büyük isim — Waymo ve Tesla — hem teknolojik yaklaşımları hem de ticari stratejileriyle birbirlerinden tamamen farklı yollar izliyor. İkisi de “sürücüsüz gelecek” vizyonunu savunsa da, bu geleceği nasıl inşa edecekleri konusunda karşıt felsefeler benimsiyor.
Waymo, sessiz ve disiplinli bir mühendislik devi gibi çalışıyor. Güvenliği her şeyin önüne koyuyor, sınırlı coğrafyalarda tam otonom hizmet sunarak adım adım ilerliyor. Tesla ise bir devrimci gibi davranıyor: milyonlarca araca yazılım gönderip gerçek dünya verisiyle sistemini eğitiyor, “hızlı deneyimleme” ve “kitleye erişim” üzerine kurulu bir strateji izliyor. Bu iki yaklaşım, otonom sürüşün geleceğini şekillendirirken aynı zamanda teknoloji, güvenlik, yasal düzenleme ve tüketici davranışları üzerinde de derin etkiler yaratıyor.
Waymo, Google’ın 2009’da başlattığı kendi kendine sürüş projesinin 2016’da bağımsız hale gelmiş hâlidir. Bugün Alphabet bünyesinde faaliyet gösteren Waymo, tam otonom sürüş — yani Level 4 — alanında dünyanın en olgun sistemine sahip. Yaklaşımı çok sensörlü ve çok katmanlı. Araçlarına yüksek çözünürlüklü lidarlar, 360 derece görüş açısı sağlayan kameralar, uzun menzilli radarlar ve santimetre seviyesinde detaylı 3D haritalar yerleştiriyor. Bu donanım sayesinde araçlar, yağmurda, gecede, yoğun trafikte veya beklenmedik bir yayayla karşılaştığında bile güvenli kararlar alabiliyor. Waymo’nun en büyük farkı: araçlarında hiçbir zaman insan sürücü bulunmuyor. Phoenix, Arizona’da başlattığı “Waymo One” hizmetiyle zaten binlerce aileye sürücüsüz taksi hizmeti sunuyor. San Francisco ve Los Angeles gibi büyük şehirlerde de testleri hızla ilerliyor. Lyft ve Uber gibi platformlarla da iş birliği yaparak ulaşım ağını genişletiyor.
Waymo’nun başarısı, sadece donanımda değil, aynı zamanda simülasyon kapasitesinde de yatıyor. Gerçek dünyada kat ettiği her kilometre için binlerce sanal senaryo çalıştırıyor. Trafikte karşılaşabileceği en uç durumları — çocuk topunun yola kaçması, inatçı bir bisikletlinin şerit değiştirmesi, ani bir yol çalışması — önceden simüle edip sistemi buna göre eğitiyor. Bu nedenle bugüne kadar ciddi bir kazaya neden olmadı ve ABD’nin trafik düzenleyicileri tarafından sektörün en güvenli oyuncusu olarak görülüyor.
Tesla ise tam tersine, “gözle görmek yeterli” fikriyle yola çıktı. Elon Musk, lidarın pahalı ve gereksiz olduğunu, insan beyninin de lidar kullanmadan çevreyi algıladığını savunuyor. Bu nedenle Tesla, tüm otonom sürüş sistemini sadece kameralar ve yapay zeka üzerine kurdu. Araçlara yerleştirilen 8 kamera, sürekli olarak etrafı kaydediyor ve bu görüntüleri Tesla’nın kendi ürettiği FSD çipinde çalışan nöral ağlar işliyor. Sistem, trafik ışıklarını tanıyor, şerit değiştirebiliyor, park edebiliyor, hatta şehir içi karmaşık kavşaklarda navigasyonla entegre şekilde yol alabiliyor. Ancak şu anda Tesla’nın “Full Self-Driving” adını verdiği bu sistem, teknik olarak Level 2+ bir sürücü asistanı. Yani sürücünün elleri direksiyonda olmalı, dikkati yolda olmalı. Tesla, bu sistemi milyonlarca araca göndererek — hem ABD’de hem de dünyada — devasa bir gerçek dünya veri havuzu oluşturuyor. Her Tesla, yolda karşılaştığı yeni bir durumu merkeze bildiriyor ve bu veri, tüm filonun yazılımını geliştirmek için kullanılıyor. Bu, Tesla’nın en büyük avantajı: öğrenme hızı.
Tesla’nın ticari modeli de Waymo’dan tamamen farklı. Waymo, ulaşım hizmeti sunarken, Tesla yazılımı araç satın alanlara satıyor. FSD paketi, tek seferde 8 ila 12 bin dolar ya da aylık 199 dolarla abonelik olarak sunuluyor. Tesla sahipleri, bu yazılımı yüklediklerinde aracını “yarı otonom” hale getiriyor. Elon Musk’ın iddiasına göre 2025 yılına kadar bu sistemin sürücünün uyuyabileceği, tam otonom seviyeye ulaşması bekleniyor. Ayrıca Tesla, ileride araç sahiplerinin aracını bir robotaksi gibi kiralamasını sağlayacak “Tesla Network” vizyonunu da savunuyor.
Bu iki yaklaşım arasındaki fark sadece teknik değil, aynı zamanda felsefi. Waymo, “önce güven, sonra yayılım” prensibiyle ilerlerken, Tesla “önce yayılım, sonra mükemmelleştirme” stratejisini izliyor. Waymo, sınırlı sayıda şehirde, sınırlı sayıda araçla, kontrollü bir şekilde ilerlerken, Tesla milyonlarca araca yazılım gönderip dünyanın her yerinde sistemini test ediyor. Bu da doğal olarak risk ve eleştiri getiriyor. NHTSA ve NTSC gibi kurumlar, Tesla’nın FSD sistemiyle ilgili birçok kazayı inceleme altına aldı. Waymo ise bugüne kadar ciddi bir güvenlik sorunu yaşamadı.
ABD’de yasal düzenleme henüz federal düzeyde tekilleşmedi. Her eyalet kendi kurallarını belirliyor. Arizona, Waymo için neredeyse tamamen serbest bir alan haline geldi. California, hem Waymo hem Cruise için test zemini sağlıyor ama izin süreçleri katı. Texas, Florida ve Nevada ise Tesla’nın FSD testleri için tercih edilen eyaletler. Yasal belirsizlik, özellikle kaza durumunda sorumluluğun kimde olduğu gibi konularda hâlâ tartışılmaya devam ediyor.
Waymo ve Tesla tek başlarına değil tabii. GM’in otonom şirketi Cruise, Amazon’un Zoox’u, kamyonlara odaklanan Aurora gibi oyuncular da sahada. Ancak hiçbiri hem teknolojik olgunluk hem tüketici erişimi hem de marka gücü açısından bu iki devin boyutlarına ulaşamadı.
Geleceğe baktığımızda, 2030’lu yılların ulaşım manzarasında muhtemelen her iki model de var olacak. Waymo tarzı robotaksiler, özellikle büyük şehir merkezlerinde, yoğun trafikte, park sorunu olan yerlerde tercih edilecek. Tesla tarzı otonom bireysel araçlar ise banliyöden şehir içine, hafta sonu yolculuklara, aile gezilerine eşlik edecek. Biri ulaşımı “hizmet” olarak sunarken, diğeri “araç sahipliği deneyimini” dönüştürüyor.
Sonuç olarak, ABD’de sürücüsüz araç devrimi iki farklı yoldan ilerliyor. Birinde güven öncelikli, kontrollü, mühendislik temelli bir yaklaşım var. Diğerinde ise cesur, geniş kitleye yönelik, veriye dayalı ve hızla gelişen bir sistem. Hangisi kazanacak? Belki de ikisi de kazanacak — çünkü gelecek, tek bir modelden değil, farklı ihtiyaçlara yönelik farklı çözümlerden oluşacak.